Fosfor çabuk alev alan, karanlıkta parlayan basit cisim. Yunanca phos, ışık ve phoros, taşıyan sözcüklerinden gelir.

Beyaz fosfor, çok şiddetli bir zehirdir; balmumu gibi yumuşak olan bu madde suda erimez ve açıkhavada öylesine çabuk alev alır ki, su içinde saklamak zorunluğu vardır. Kırmızı fosfor, beyaz fosforun ısıtılmasıyla elde edilir. Daha az tehlikeli olduğundan kibrit ve havaî fişek yapımında kullanılır.

Canlı organizmaların işlemesinde önemli bir rol oynayan fosfor, özellikle kemiklerde, sinir dokusunda ve beyinde bulunur.

Fosforu 1669 yılında Hamburg’lu Hennig Brand, idrarda bulmuştur; daha sonra Kunckel ve Böyle adlı kimyacılar, fosfor elde etmeyi başardılar. Kireçlenmiş kemiklerde fosforik asit bulunduğunu, 1769’da Gahn saptadı; Scheele adlı kimyacı da, bu tür kemiklerden fosfor elde etme yöntemini geliştirdi. Fosforun eczacılık, metalürji, tıp ve nükleer fizik alanlarında kullanımı daha sonra başladı.

Eskiden fosfor, kemikleri yakma yoluyla elde edilirdi: kül, fosforca hayli zengindir. Günümüzde fosfor, sülfürik asit ve kömürle işlemden geçirilen fosfat’tan elde edilir. Başlıca doğal fosfat yatakları, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Fas’ta, S.S.C.B.’de ve Tunus’tadır. Bu fosfatların bazıları, Tarih öncesi hayvanların leşlerinden ve dışkılarından meydana gelmiştir, bazıları da madensel tortulardan oluşmuştur.

Beyaz fosfor havada bırakılacak olursa, hafif bir mavi ışık çıkartır. Bu olay, oksijenden hemen etkilenen fosforun, ışık çıkartarak ağır ağır yanmasından ileri gelir: fosforışı denilen işte budur. Bu terim, yaygınlaştırılarak, zayıf bir ışık çıkartan bütün cisimler (hattâ suyosunları ve ateşböcekleri) için kullanılmıştır.